Sınavları Boşver, Öğrenmene Bak
Bilimin her araştırmasıyla birlikte çocuk yetiştirmede renkler değişmektedir. Her gün değişen renklerin sonucunda ne yapacağını bilemeyen ebeveynler "popüler bilim"in kurbanı olabiliyor.
Elbette bilim evrilen, gelişen ve bizi de değiştiren/değiştirebilen bir olgudur. Bu çerçevede neler yapacağımızı bilmememiz / bilemememiz bilimin evrilmesiyle değil, bilginin temelinin olmamasıyla ilişkilidir.
Çok bilgili, zeki! , sınıfta arkadaşlarından önce ve onlardan daha çok bilen bir çocuk neredeyse ailenin popüler üyesi olma hakkını kendinde görebiliyor. Bu da bir nevi tabakalaşmayı zihinlere "yaşamın değiştirilemez bir gerçeği" olarak işlenebiliyor. Öyle ya sınıfta ve evde "en" olabilme duygusu daha çocuk yaşlarda bireylerin kalbine bir tohum gibi ekiliyor.
Daha iyi işlerde çalışmak, daha iyi kariyer yapmak, daha fazla para kazanmak adına bu yarışa sokulan çocuklar artık iyi ya da kötü, ilgili ya da ilgisiz demeden önlerine sunulan soruları en kısa zamanda yutma telaşı içindeler.
Sistemin böyle olmasından yakınan birçok aile, teslimiyetçi bir tavırla oyunda piyon olmayı kabullenmiş tavırlar sergilerken, kurban hep aynı: çocuk! Bu şartlar altında ben çocuğumu daha özgür nasıl yetiştiririm diye düşünüp, en temel noktasına gitmemiz gerek: Çocuğunuza ve insan olarak onun içindeki cevhere güvenin.
Bir çocuk sınavda belli soruları çözdüğü için başarılı veya yetenekli değildir. Bir çocuk başarılı ve yetenekli olduğunu içinde barındırdığı yeteneği ortaya çıkardıkça hissedecektir. Onun içindeki bu yeteneği, her insandaki gizil gücün varlığını bilin. Bunun ardından bu gizil gücü ortaya çıkaracak etkinliklere başvurun. Bir çocuğun mantıksal - matematiksel zekası yüksek diye önüne testler yığmanızın anlamı yok. Ona mantık oyunlarını gösterdiğiniz, sayılarla dolu bir dünyaya yolculuk etmesine rehberlik etmediğiniz sürece tam anlamıyla ruhuna inmeniz mümkün değildir.
Bugünlerde öğrencilerin farklı yöntemlerle kendilerini keşfetmelerine izin veren birçok etkinlik ve kurslar düzenlenmektedir. İlgili anne-babalar bunları takip ederken çocuklarının gelişimleri için doğru adımlar atmayı görev biliyorlar.
Peki en olabilme duygusunun önüne nasıl geçilebilir ki? Öncelikle en eğitimli insanlarımızın bile çoğu zaman düştüğü bir hataya düşmemek gerekiyor. Daha yaşına girmemiş çocukların her hareketini kıyaslarken, okul çağı çocuklarımızı kıyaslama konusunda kendimizi haklı görüyoruz. Eğitim sistemimiz tüm çocukların tüm dersleri eşit ve iyi bir şekilde öğrenmesi gerektiğini benimserken, ebeveynlerin takınması gerekn tutum çocukların kardeşleriyle, arkadaşlarıyla ve diğer kişilerle kesinlikle kıyaslanmaması; başarılı oldukları ve başarısız oldukları derslerin olabileceği bunun kabul edilmiş olmasıdır. Özellikle önümüzdeki günlerde karnelerin alınmasıyla ailede başarı ve başarısızlık mevzuları daha derinden gündem oluşturacaktır. Tüm parametreler aynı dahi olsa kişilerin bireysel farklılıkları gözetildiğinde kıyaslamanın haksızlığı ispatlanır. Bu nedenle "neden başarısızsın", "neden bu dersin notu düşük" gibi sorularla çocukları köşeye sıkıştırıp, "ben ...dersinden senden daha yüksek almıştım" şeklindeki ego şişiren savaş başlatan cümlelere yelken açmamalıyız.
Aksine yapılması gerekenleri düşünürsek; başarılı olduğu derslerin daha da gelişimi, bu alanda ilgisi doğrultusunda yeni etkinliklere yol açılabilir. Örneğin resmi seven çocuğa boya almak, müzikten hoşlanan çocuğa enstrüman almak, türkçesi başarılı çocuğa hikaye kitabı almak, matematiği başarılı çocuğa zeka oyunları ya da sayısal bulmacalar almak bir ödüldür, teşviktir. Böylece başarılı dersin ileride daha da başarılı olması için basamak teşkil eder.
Başarısız dersler hakkında da neler yapılabileceği nasıl çalışılması gerektiği, bunu eğlenceli hale nasıl dönüştürüleceği konuşulabilir. Önemli olan çocuğu sıkmadan öğrenebilmesi için uygun yollar izlemek suretiyle çoktan seçenekli öğrencilik hayatlarına çok renkli ve öğretici dakikalar katabilmektir.
Elbette bilim evrilen, gelişen ve bizi de değiştiren/değiştirebilen bir olgudur. Bu çerçevede neler yapacağımızı bilmememiz / bilemememiz bilimin evrilmesiyle değil, bilginin temelinin olmamasıyla ilişkilidir.
Çok bilgili, zeki! , sınıfta arkadaşlarından önce ve onlardan daha çok bilen bir çocuk neredeyse ailenin popüler üyesi olma hakkını kendinde görebiliyor. Bu da bir nevi tabakalaşmayı zihinlere "yaşamın değiştirilemez bir gerçeği" olarak işlenebiliyor. Öyle ya sınıfta ve evde "en" olabilme duygusu daha çocuk yaşlarda bireylerin kalbine bir tohum gibi ekiliyor.
Daha iyi işlerde çalışmak, daha iyi kariyer yapmak, daha fazla para kazanmak adına bu yarışa sokulan çocuklar artık iyi ya da kötü, ilgili ya da ilgisiz demeden önlerine sunulan soruları en kısa zamanda yutma telaşı içindeler.
Sistemin böyle olmasından yakınan birçok aile, teslimiyetçi bir tavırla oyunda piyon olmayı kabullenmiş tavırlar sergilerken, kurban hep aynı: çocuk! Bu şartlar altında ben çocuğumu daha özgür nasıl yetiştiririm diye düşünüp, en temel noktasına gitmemiz gerek: Çocuğunuza ve insan olarak onun içindeki cevhere güvenin.
Bir çocuk sınavda belli soruları çözdüğü için başarılı veya yetenekli değildir. Bir çocuk başarılı ve yetenekli olduğunu içinde barındırdığı yeteneği ortaya çıkardıkça hissedecektir. Onun içindeki bu yeteneği, her insandaki gizil gücün varlığını bilin. Bunun ardından bu gizil gücü ortaya çıkaracak etkinliklere başvurun. Bir çocuğun mantıksal - matematiksel zekası yüksek diye önüne testler yığmanızın anlamı yok. Ona mantık oyunlarını gösterdiğiniz, sayılarla dolu bir dünyaya yolculuk etmesine rehberlik etmediğiniz sürece tam anlamıyla ruhuna inmeniz mümkün değildir.
Bugünlerde öğrencilerin farklı yöntemlerle kendilerini keşfetmelerine izin veren birçok etkinlik ve kurslar düzenlenmektedir. İlgili anne-babalar bunları takip ederken çocuklarının gelişimleri için doğru adımlar atmayı görev biliyorlar.
Peki en olabilme duygusunun önüne nasıl geçilebilir ki? Öncelikle en eğitimli insanlarımızın bile çoğu zaman düştüğü bir hataya düşmemek gerekiyor. Daha yaşına girmemiş çocukların her hareketini kıyaslarken, okul çağı çocuklarımızı kıyaslama konusunda kendimizi haklı görüyoruz. Eğitim sistemimiz tüm çocukların tüm dersleri eşit ve iyi bir şekilde öğrenmesi gerektiğini benimserken, ebeveynlerin takınması gerekn tutum çocukların kardeşleriyle, arkadaşlarıyla ve diğer kişilerle kesinlikle kıyaslanmaması; başarılı oldukları ve başarısız oldukları derslerin olabileceği bunun kabul edilmiş olmasıdır. Özellikle önümüzdeki günlerde karnelerin alınmasıyla ailede başarı ve başarısızlık mevzuları daha derinden gündem oluşturacaktır. Tüm parametreler aynı dahi olsa kişilerin bireysel farklılıkları gözetildiğinde kıyaslamanın haksızlığı ispatlanır. Bu nedenle "neden başarısızsın", "neden bu dersin notu düşük" gibi sorularla çocukları köşeye sıkıştırıp, "ben ...dersinden senden daha yüksek almıştım" şeklindeki ego şişiren savaş başlatan cümlelere yelken açmamalıyız.
Aksine yapılması gerekenleri düşünürsek; başarılı olduğu derslerin daha da gelişimi, bu alanda ilgisi doğrultusunda yeni etkinliklere yol açılabilir. Örneğin resmi seven çocuğa boya almak, müzikten hoşlanan çocuğa enstrüman almak, türkçesi başarılı çocuğa hikaye kitabı almak, matematiği başarılı çocuğa zeka oyunları ya da sayısal bulmacalar almak bir ödüldür, teşviktir. Böylece başarılı dersin ileride daha da başarılı olması için basamak teşkil eder.
Başarısız dersler hakkında da neler yapılabileceği nasıl çalışılması gerektiği, bunu eğlenceli hale nasıl dönüştürüleceği konuşulabilir. Önemli olan çocuğu sıkmadan öğrenebilmesi için uygun yollar izlemek suretiyle çoktan seçenekli öğrencilik hayatlarına çok renkli ve öğretici dakikalar katabilmektir.
Yorumlar