Rencide Etmenin Kötülüğü
Mobbing olarak bilinen psikolojik baskı/ taciz durumları birçok kurumda görülmemesi hususunda yazılıp çizilirken, okullarda çocuklara yapılan aynı durum - biz bu durumu genellikle okullarda küçümseme, topluluk önünde küçük düşürme olarak izliyoruz - da söz konusudur, ele alınmalıdır, çözümlenmelidir... Rencide etme, küçük düşürme, küçümseme gibi problemli hususların sosyal hayat özellikle aile içi iletişim ve eğitim alanlarına etkileri olmak üzere iki başlıkta incelemeyi uygun görüyorum.
Öncelikle aile içi iletişimde, kalp kırma, rencide etme (çocuklara isim takmayı da buna ekleyelim) gibi durumlar söz konusu ise kişiler belli davranışların getireceği yorumları bildikleri için o davranışı ya isteksizce yapmazlar ya da saklı gizli yaparlar. Bu, devamında içini özgürce açamayan, yargılanma korkusuyla yaşayan, yıllarca başkalarının düşüncelerine göre hareket etmiş, ruhu köleliği aşamamış bireylerin çoğalmasına neden olur. Toplumda görülen her türlü ilişkinin temelindeki şiddetli iletişimsizliğin bir nedeni de budur. Ailede bu şekilde davranılmaya maruz kalan, çocuk kelimesiyle küçümsenerek gururu ve kişiliği dikkate alınmayan çocuk yaştaki bireyler, zamanla aile içinde yargılayan kişilere karşı kendilerini kapatırlar.Ardından çocuğuna erişemeyen ebeveynlerin olması kaçınılmaz olur. Ataerkil toplumumuzdaki babasıyla yeterli ilişki içinde bulunmamış bireylerin durumu kültürle açıklanmaya çalışılsa da doğruluğu tartışmalıdır. Çünkü ebeveyn çocuklarıyla iletişim kurmalı, onlara hayat yolunda rehberlik etmelidir. Ne arkadaşlık dozunda hafife alınmış ilişki ne de katı kuralların aşılamadığı ilişki tipi olmalıdır.
Bunun aksine bireylerde koşulsuz kabulle; çocuğu duygularıyla, istekleriyle, ilgileriyle kabul etmeyle; onu yönlendirmekle değil, gerektiğinde ona rehberlik yapabilmekle daha sağlıklı bir ilişkinin dayanakları kurulmuş olur.
Eğitimde rencide etme gibi durumlar ise kişilik gelişimine bir sabotaj olsa da öğrenmenin önündeki en büyük engellerdendir. Çünkü tüm parametreler izole edilebilse dahi birey rencide eden kişinin aynı davranışı tekrar yapabileceği kaygısını taşır. Kaygı içinde de öğrenme düzeyi düşer. Diğer durumların da pik yapması olasıdır. Örneğin öğrencideki derse karşı sevgisizlik, ilgisizleşme, ders içinde dersi engelleyen davranışların görülmesi olasıdır.
Günümüzde çoğu eğitimci! sınıf otoritesini sağlamak için öğrencilerin ders durumlarındaki başarısızlığını sınıf ortamında yüzlerine vurmak suretiyle küçük düşürmek, en küçük bir davranışı dahi cezalandırmak yollarına başvurabiliyor. Halbuki öğrenci zaten dersi bilmediği için o ortamda öğrenci pozisyonundadır. Eğer sorumsuzluk durumu mevcut ise önce bunun nedenleri irdelenmelidir.
Elbette öğretmen sınıf içinde öğrencilere sorular yöneltmek, ders esnasında düşüncelere dalan öğrencilerin dikkati çekmek için söz hakkı vermek, sormak, düşündürtmek hatta uyarmak gibi görevlere haizdir. Ancak bunu yapmasındaki neden öğrenciyi incitmek olmadığını ifade etmesi, öğrenmenin yolunun eleştirmek, düşünmek, sorgulamak, sormak, araştırmak olduğunu açıklayabilmesi önemli ve cesaret isteyen bir adımdır. Cezalandırmak yerine sorunun neden kaynaklandığını irdelemek gerçek bir eğitimci davranışıdır.
Öğrenciniz her gün derse geç kalıyorsa, önce sorunun ne olduğunu araştırın. Ailevi sorunu ya da ekonomik nedenlerle hem iş hem okul arasında dengeyi kuramamış ve yardımınıza ihtiyacı olan bir öğrenciniz olabilir.
Stüdyo derslerinde eğitimci olanların öğrencileri ve kişiliklerini değil, onların hatalı davranışlarının ikaz edilmesi gerekir. Stüdyo eğitiminde eleştirilerin kişilere ve kişiliklere karşı yapılmadığı, işle ilgili birbirini daha da geliştirerek evrilmek için yapıldığını anlatmak, öğrencilerin bu bilince sahip olmasını sağlamak eğitimcinin önemli bir görevidir. Bu beraberinde eğitimcinin kalitesini arttırdığı gibi, sağladığı güven ortamıyla öğrencinin kalitesini de arttıracaktır.
Hayatımızda, zihnimize daha çok kabulu yerleştirdiğimiz zaman daha fazla iç huzuruna, daha az çatışmaya ve olaylara yargısal tepkiler yerine çözüme yönelik uzlaşmacı tavırlara yer verebiliriz. Rencide etmeden daha iyiye evrilmenin yolunun da kolay olduğunu tecrübe etmiş oluruz.
Öncelikle aile içi iletişimde, kalp kırma, rencide etme (çocuklara isim takmayı da buna ekleyelim) gibi durumlar söz konusu ise kişiler belli davranışların getireceği yorumları bildikleri için o davranışı ya isteksizce yapmazlar ya da saklı gizli yaparlar. Bu, devamında içini özgürce açamayan, yargılanma korkusuyla yaşayan, yıllarca başkalarının düşüncelerine göre hareket etmiş, ruhu köleliği aşamamış bireylerin çoğalmasına neden olur. Toplumda görülen her türlü ilişkinin temelindeki şiddetli iletişimsizliğin bir nedeni de budur. Ailede bu şekilde davranılmaya maruz kalan, çocuk kelimesiyle küçümsenerek gururu ve kişiliği dikkate alınmayan çocuk yaştaki bireyler, zamanla aile içinde yargılayan kişilere karşı kendilerini kapatırlar.Ardından çocuğuna erişemeyen ebeveynlerin olması kaçınılmaz olur. Ataerkil toplumumuzdaki babasıyla yeterli ilişki içinde bulunmamış bireylerin durumu kültürle açıklanmaya çalışılsa da doğruluğu tartışmalıdır. Çünkü ebeveyn çocuklarıyla iletişim kurmalı, onlara hayat yolunda rehberlik etmelidir. Ne arkadaşlık dozunda hafife alınmış ilişki ne de katı kuralların aşılamadığı ilişki tipi olmalıdır.
Bunun aksine bireylerde koşulsuz kabulle; çocuğu duygularıyla, istekleriyle, ilgileriyle kabul etmeyle; onu yönlendirmekle değil, gerektiğinde ona rehberlik yapabilmekle daha sağlıklı bir ilişkinin dayanakları kurulmuş olur.
Eğitimde rencide etme gibi durumlar ise kişilik gelişimine bir sabotaj olsa da öğrenmenin önündeki en büyük engellerdendir. Çünkü tüm parametreler izole edilebilse dahi birey rencide eden kişinin aynı davranışı tekrar yapabileceği kaygısını taşır. Kaygı içinde de öğrenme düzeyi düşer. Diğer durumların da pik yapması olasıdır. Örneğin öğrencideki derse karşı sevgisizlik, ilgisizleşme, ders içinde dersi engelleyen davranışların görülmesi olasıdır.
Günümüzde çoğu eğitimci! sınıf otoritesini sağlamak için öğrencilerin ders durumlarındaki başarısızlığını sınıf ortamında yüzlerine vurmak suretiyle küçük düşürmek, en küçük bir davranışı dahi cezalandırmak yollarına başvurabiliyor. Halbuki öğrenci zaten dersi bilmediği için o ortamda öğrenci pozisyonundadır. Eğer sorumsuzluk durumu mevcut ise önce bunun nedenleri irdelenmelidir.
Elbette öğretmen sınıf içinde öğrencilere sorular yöneltmek, ders esnasında düşüncelere dalan öğrencilerin dikkati çekmek için söz hakkı vermek, sormak, düşündürtmek hatta uyarmak gibi görevlere haizdir. Ancak bunu yapmasındaki neden öğrenciyi incitmek olmadığını ifade etmesi, öğrenmenin yolunun eleştirmek, düşünmek, sorgulamak, sormak, araştırmak olduğunu açıklayabilmesi önemli ve cesaret isteyen bir adımdır. Cezalandırmak yerine sorunun neden kaynaklandığını irdelemek gerçek bir eğitimci davranışıdır.
Öğrenciniz her gün derse geç kalıyorsa, önce sorunun ne olduğunu araştırın. Ailevi sorunu ya da ekonomik nedenlerle hem iş hem okul arasında dengeyi kuramamış ve yardımınıza ihtiyacı olan bir öğrenciniz olabilir.
Stüdyo derslerinde eğitimci olanların öğrencileri ve kişiliklerini değil, onların hatalı davranışlarının ikaz edilmesi gerekir. Stüdyo eğitiminde eleştirilerin kişilere ve kişiliklere karşı yapılmadığı, işle ilgili birbirini daha da geliştirerek evrilmek için yapıldığını anlatmak, öğrencilerin bu bilince sahip olmasını sağlamak eğitimcinin önemli bir görevidir. Bu beraberinde eğitimcinin kalitesini arttırdığı gibi, sağladığı güven ortamıyla öğrencinin kalitesini de arttıracaktır.
Hayatımızda, zihnimize daha çok kabulu yerleştirdiğimiz zaman daha fazla iç huzuruna, daha az çatışmaya ve olaylara yargısal tepkiler yerine çözüme yönelik uzlaşmacı tavırlara yer verebiliriz. Rencide etmeden daha iyiye evrilmenin yolunun da kolay olduğunu tecrübe etmiş oluruz.
Yorumlar